Sinem İşler Röportajı || Sihirli Kitaplık

Min Li Li | 5/22/2018 |




Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. :)
Rica ederim, zevkle… Esas ben teşekkür ederim.



1. Öncelikle, bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

1972 İzmir Karşıyaka doğumluyum. Dünya tatlısı iki insanın kızı ve üç kardeşin ortancasıyım. Eğitim hayatım boyunca İzmir’de yaşadıktan sonra öğretmen olarak ilk görevimin Erzurum’a çıkmasıyla, maalesef sevdiğim şehrimden ayrılmak zorunda kaldım. Halen branşım olan Görsel Sanatlar (Resim) Öğretmeni olarak çalışmaya devam eden bir devlet memuruyum.
Tabii ki öncelikle fanatik bir kitap okuyucusuyum, daha doğrusu yazmaya başlayana kadar öyleydim. Yazarlığın çok zaman ve emek isteyen bir alan olduğunu yazarken öğrendim. Bunun yanı sıra branşımdan dolayı doğal olarak resim hayatımda önemli bir yere sahip. Öğretmenliğin yanı sıra, hikaye yazmaya başlamadan önce sulu boya ressamı olarak çalışmalar yapıyordum. Boş duramama gibi garip bir hastalıktan muzdaripim, ya okuyacağım, ya resim yapacağım ya da yazıp çizeceğim.


2. Yazar olmak istediğinizi ilk ne zaman farkettiniz? Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? 

Fark etmedim… İlk başladığım dönemde yazmak namına aklımda en ufak bir istek ya da fikir dahi yoktu. Ben kendi halinde fanatik bir okuyucuydum. Bunun da hakkını vererek, tadını çıkara çıkara yapardım. Olayın faili tamamen babamdır, sebebini, neden yazmam için tutturduğunu bilmiyorum. Hilafsız 10 yıldan fazladır başımın etini yer durur, bu konuda çok tartıştığımız ve benim tarafımdan ikna edilmeye çalışıldığı olmuştur. Ne fayda, bir türlü babamı ikna edemedim! ‘Yaz kızım, sen beni dinle okuyup duracağına kendin yaz.’ diye takılmış plak gibi söylendi durdu. Hep şunu derdim; ‘Baba gözünü seveyim, ben yazar mıyım. Bari resim yap falan de!..’ Ne dediysem, ikna edemedim. Sonunda pes ettim… Bir gün hasta yatağımda yatarken odaya kafasını uzatıp, ‘Yaz kızım.’ diye yenileyince, ‘Tamam dedim, buraya kadar yaz kurtul.’ Öylesine başladım işte… Hoşuma gitmeye başladığını, ortaya bir şey çıktığını fark edince, gayri ihtiyari paylaşma arzusu duydum. Öğrencilerim ile okumaya çok meraklı olduğum için kitap muhabbetlerimiz olurdu, sık sık wattpadın adını duyuyordum. Öyle böyle derken işte buradayım. Yazmak, ben daha ne olduğunu anlamadan hayatımın bir parçası oldu.

3. Kurgularınızı siz mi yayınevlerine gönderdiniz yoksa keşfedildiniz mi?

Bana Ait romanıyla keşfedildim ve öylece devam etti. Daha sonra kendimin yayınevine gönderdiği de oldu.

4. Bir kitabı yazma süreciniz nasıl gelişiyor?

Ben, hikaye yazmaya devam ederken, boş bulduğum an yeni bir kurgu gözümde canlanmaya başlıyor. Bu bazen yazdığım hikayenin içinde geçen bir karakter veya hiç alakasız farklı bir kurgu olabiliyor. Sanırım o dönemki ruh durumumla alakalı…

5. Yazarken sizi çok zorlayan, üzerinde defalarca düşündüğünüz bir karakter ya da kitabınız var mı? Eğer varsa hangisi ve neden?

Yüzü Olmayan Adam hikayesini yazarken çok araştırma yaptığım için zorlandığımı itiraf ediyorum. İçinde geçen bilgilerin doğru temeller üzerinde olması gerekiyordu. Aslında bu hepsi için geçerli, bir hikayeye başlamadan önce günlerce araştırma yaparım ve hata payını olabildiğince düşürürüm. Onun yanı sıra çok duygusal karakterler beni yoruyor, çünkü yazdıklarımı onlarla yaşıyorum. Yeri geliyor ağlıyorum ve yaşadıklarını üzerimden atmakta zorlanıyorum. Bir de Tahir… Onun da sorunu çok hazırcevap ve ağzı bozuk olması. Adam resmen huysuz, doğal olarak hem çok eğleniyorum hem de beynimi yoruyor.

6. “Denize Karşı” Müptela Yayınları etiketiyle okurlar ile buluştu. Kitabın kurgusu ve yazma süreci nasıl gelişti?

Orası biraz ilginç… ‘Denize Karşı’ hikayesini açıkçası kendim için yazdım. O zamana kadar yazdığım hikayeler; genel olarak mizah ve romantizm ağırlıklıydı, bu ise tamamen farklı bir düzlemdeydi. Sevilip sevilmeyeceğini bilmiyordum ona rağmen bütün eleştirileri göze alıp yazmaya başladım.
Ana temam; değerlerdi. Toplumda kaybolmaya yüz tutmuş, unutulmuş veya insanların işine gelmediği için görmezden gelinen değerler. Fedakarlık, saygı, saygıya dayanan sevgi, sorumluluk ve menfaatten uzak yaşanan dostluklar gibi… Tek başına duyguların ve mantığın bir ilişkiyi yürütmek için yeterli olmadığını vurgulamaya çalıştım. Doğal olarak başlangıçta hikayede tutkular da yoktu, uyum vardı, beğenme ve saygı vardı. Zaman içinde uygun kişiler ile bunun, sevgi ve tutkuya dönüşmesini konu ettim.
Ben çok zevk alarak, yaşayarak yazdım. Zamanla kitapsever dostlarımın beğenisini kazanması mutluluğumu pekiştirdi. 

7. Kitaplarınızı yazarken yaşadıklarınızdan ilham alıyor musunuz? Zira duyguları o kadar iyi aktarıyorsunuz ki bu duyguları yaşamayan insan yazamaz diye düşünüyor insan. J

Kesinlikle alıyorum, branşımdan dolayı iyi bir gözlemciyim, sürekli çevremi insanları ve tepkilerini izlerim. Bunun yanı sıra empati yeteneği çok güçlü bir doğam var, sanırım bundan kaynaklı… Bir insanın yaşadığı kötü bir olayı yazarken salya sümük ağlarım, o yüzden duygusal konuları yazmak beni çok yoruyor J

8. En çok hangi türde kurgular yazmayı seviyorsunuz? Yazmaya cesaret edemediğiniz bir tür var mı?
Gerçi bana göre her türü ve kurguyu hakkıyla yazarsınız. <3

Sanırım romantik komedi, işin komik yanı en çok kendim gülüyorum. Yazarken kahkahalarıyla evi çınlattığım doğrudur J Onun dışında paranormal ve fantastik öğeleri hikayelerimde gerçeklikten kopmadan kullanmak hoşuma gidiyor.
Kesinlikle korku ve gerilim kitapları… (Hani şu ruhlu, şeytanlı olanlar, bir de ismi lazım değilleri kapsayanlar, acayip ürküyorum) Polisiye, macera, fantastik ve ütopik kitap türlerini bunun içine katmıyorum.

9.  Denize Karşı’dan sonra hangi hikayenizi çıkarmayı düşünüyorsunuz? (Şahsen ben hepsinin bir an önce kitap olmasını istiyorum. :D )

Ve şu an üzerinde çalıştığınız bir hikaye var mı?
Bu konuda tek başına bir şey söylemem yanlış olur, yayınevi ile görüşmemiz ve talepler doğrultusunda ortak bir karar alınır. Çok teşekkür ederim, hayırlısı inşallah…
Hala yazmakta olduğum iki hikayeye devam ediyorum, yakında da Tahir hikayesine başlayacağım.

10.  Şu ana kadar okuduğum hikaye ve kitaplarınızda Türk kültüründen, geleneklerden çok şey vardı. Sanki arka planda bir toplumsal eleştiri vardı. Bunun en belirgin olduğu hikaye sanırım Gül’e Ait’ti. Bir yandan harika yazım tarzınızla kurgunuzu okurken diğer yandan da bu konulara değinmeniz bir okur olarak benim çok hoşuma gidiyor, eminim benim gibi düşünen başka okurlarınızda vardır. Bunu bilinçli bir şekilde kurgularınıza yerleştirdiğiniz belli, bu yüzden sorum şu; bunlar kurgunuzda nasıl gelişiyor? Önce kurguyu belirleyip ona göre mi yazıyorsunuz yoksa gördüğünüz herhangi bir konuyu kurgunuza mı ekliyorsunuz?

Öncelikle ben, adet ve ananelerine bağlı bir insanım ve dolayısıyla kültürüm hayatımın bir parçası. Zaman içinde doğal olarak yaşadıklarım ve gözlemlediklerimle ben de şekillendim. Kendime göre bir hayat görüşüm oluştu. Allah razı olsun, insani değerlere bağlı bir ailede dünyaya geldim ve yapı taşlarımı onların öğretileriyle sağlam bir temele oturtmayı başardım. Hiç birimiz hatasız değiliz, zayıf ve başarısız olduğumuz yanlarımız var. Fakat hepsinin başında iyi bir insan olmak için çaba harcamanın yattığını düşünüyorum. Bu bağlamda ben de kendim için elimden geleni yapıyorum.
Kültürüme bağlı olmam, hatalı bulduğum yaptırımları doğru bulmamı gerektirmiyor. Bana ters gelen, insafsız bulduğum ya da yanlış olduğunu düşündüğüm yaptırımları doğal olarak eleştiriyorum. Bunu yaparken insanların hassasiyetlerine özen göstermeye çalışıyorum. Benim için yanlış olan bir başkası için çok doğru olabilir. Sanırım burada vicdan muhasebesi yapmak gerekiyor, haksızlık ve adaletsizlik var mı, kim zarar görüyor gibi…
Yaşımın verdiği olgunluk ve yaşanmışlıklarım ile mesleğim yüzünden farklı yerlerde çalışmış olmam, hayata dair farklılıkları da gözlemlememi sağladı. Her zaman haksızlıkların karşısında olan bir insan oldum, buna keza kavgacı bir doğam olmadığı için kendimce bununla mücadele ettim. Yazdıklarıma yansıması bundandır, cinsiyet, din, dil veya ırk bakmadan insanın insanca yaşaması, bunun yanı sıra temel değerler doğrultusunda toplumla ve doğayla uyumlu olması gerektiğine inanıyorum.
İçimden ne gelirse, kafamda nasıl canlanırsa öyle yazıyorum. Belli bir kriterim ya da beni yönlendiren yaptırımlar yok. Bir amaca hizmet de etmiyorum, tek derdim sağlıklı ve güzel bir dünyada kavgasız, gürültüsüz sevgi ve saygıyla hep beraber yaşayabilmek.

11. Favori kitaplarınız hangileri? Size ilham veren yazarlar kimler?

Reşat Nuri Gültekin / Çalıkuşu
Diana Gabaldon / Yabancı serisi
Collen McCullough / Dokunuş
Paullina Simons / Bronz Atlı – Tatyana ve Alexander
Linda Howard
Nora Roberts
Diana Gabaldon
Darynda Jones
Karen Marie Moning

12.  Son olarak okurlarınıza ne söylemek istersiniz?

Hepsine canı gönülden çok teşekkür etmek istiyorum. Yazmaya başladığım ilk günden beri yanımda olup destek veren, yapıcı eleştirileriyle önümü görmemi sağlayan bütün kitapseverlere, dostlukları ve hikayelerime gösterdikleri ilgiyle beni onurlandırdıkları için teşekkür ederim… Fanatik bir kitapsever olarak ortak bir zevki paylaştığım bu güzel insanlara, saygı duyuyorum ve onları gerçekten seviyorum. Hayatınıza ufacık bir esenlik kattıysam ne mutlu bana, sağlıcakla sevgiyle kalın… İyi ki varlar, hayatıma varlıklarıyla renk kattılar.


3 yorum:

  1. UZUN ZAMAN SONRA BLOGDA YAZI VARMIŞ. SÜPER BİR ŞEY. BLOGUNU İHMAL ETME CANIM.

    YanıtlaSil
  2. Harika bir röportaj olmuş , keyifle okudum.

    YanıtlaSil

Copyright 2013 © BİR OTAKUNUN DÜNYASI

BLOG DESIGN BY BİR OTAKUNUN DÜNYASI